İstanbul’da Hat Sanatı
Abstract
Geçmiş asırlardaki Osmanlı deyişiyle Kostantîniyye (veya:- Kostantaniyye) şehri, XV. asrın son çeyreğinden başlayarak hat sanatıyla birlikte anılır olmuştur. Aynı zaman dilimi içersinde hüsn-i hattın İstanbul’da Şeyh Hamdullah’la (833/1429-926/1520) beraber Osmanlı’ya has bir hüviyet kazanışından itibaren, bu anlayışın, aralıklı olarak süzülüp arınmalar geçirmek sûretiyle XIX. asrın sonlarında en mükemmel mertebesine eriştiği de bilinir. Kimin tarafından ve ne zaman söylenildiği belirlenemeyen: “Kur’ân-ı Kerîm Hicaz’da nâzil oldu, Mısır’da okundu, İstanbul’da yazıldı” ifadesinin birinci ve üçüncü şıklarında mutlak, ikinci şıkkında da -İstanbul tilâveti kulak ardı edilmemek kaydıyla- kâfi derecede isabet olduğu, bütün akl-ı selim sahiplerince kabul görmüştür. Bu sözle, Kur’ân-ı Kerîm’in mushaf şeklindeki bütünü olduğu kadar, mesela bir câmide kuşak olarak celî sülüsle yazılmış bir sûre veya câmi kubbelerinde, levhalarda yer alan bir, yahut birkaç âyetin kastedilmiş bulunduğu âşikârdır. Şu hâle göre, hüsn-i hattın zaman içinde yenilenerek beş asır müddetle icrâ mevkiine konulduğu rakipsiz beldenin İstanbul olduğu muhakkaktır. Bu sebeple, Yahya Kemal (1884-1958) ve Mes’ud Cemil’ in (1902-1963) Klasik Türk Mûsıkîsi’ni tahsîsen İstanbul Mûsıkîsi ismiyle anışlarından mülhem olarak, Osmanlı-Türk hattına da, İstanbul Hattı denilmesinde isabet bulunduğu düşünülebilir.